Genel Gündem
Dünyada bir yanda açlık çeken insanlar diğer yanda da fazla geldiği için çöpe atılan gıdalar görmek mümkün. Yiyecek israfı konusuna farklı bir açıdan yaklaşmak isteyen bir grup araştırmacı, tarım ürünlerinin ne kadarının hiç toplanmadan tarlalarda bırakılarak ziyan olduğunu araştırdı. Kaliforniya’daki 123 tarlayı detaylı şekilde inceleyen ekip, yetiştirilen ürünlerin yaklaşık yüzde 33’ünün ya hasat edilmediğini ya da tüketicilerin şartlarına uymayacağı düşüncesiyle tarlada bırakıldığını gördü. Ayrıca bazı ürünlerin ziyan olması diğer ürünlere göre daha muhtemel. Mesela lahananın yüzde 55,6’sı tarlada kalırken enginarın sadece yüzde 4,7’si kalıyor. Bu endişe verici sonuç, ürün yetiştiricilerini harekete geçirmeli. Yiyecek israfına son vermek için çalışan birkaç şirket var. Mesela Imperfect Produce adlı şirket tarlalarda bırakılan ama tüketilebilir durumdaki tarım ürünlerini paketleyip ucuz fiyatlarla direkt olarak tüketiciye sunuyor. Bu sayede şimdiye dek 18 milyon kilogramdan fazla yiyecek ziyan olmaktan kurtarıldı.
Hiç yenmeyecek ürünleri yetiştirmek için para, enerji ve -belki de en önemlisi- çok değerli temiz su kaynaklarını harcıyoruz. Her geçen gün daha fazla su kullanan toplum artık ihtiyacını yüzeydeki su kaynaklarından karşılayamadığı için yer altı sularına yöneliyor. ABD’de, su ihtiyacını karşılamak isteyen insanlar, tarlalarında ve bahçelerinde su kuyuları açıyor ve bu kuyular her yıl daha derine iniyor. ABD genelinde 12 milyon su kuyusunun verilerini inceleyen araştırmacılar, 1950’lerden bu yana kuyuların gittikçe daha derine ulaştığını fark etti. Bu uygulamanın sürdürülebilir olmadığına dikkat çeken araştırmacılar, gelecekte yer altı sularının da ihtiyaçları karşılayamaz hale gelmesiyle barajlara da su sağlanamamasından ve evlere su verilememesinden endişe ediyor. Sorunun ABD’yle sınırlı kalmadığını söyleyen araştırmacılar, başka ülkelerde de benzer sorunların yaşanabileceğine dikkat çekiyor.
Bu iddiayı doğrular bir haber de Polonya’dan geldi. Azalan yağışlar, ılık geçen kışlar ve kuruyan nehirler sebebiyle Polonya’da artık kişi baına yıllık 1600 metreküp su düşüyor. Bu da Avrupa ortalamasının biraz üzerinde. Yani Polonya halkı susuzluk sınırında yaşamaya başlamış durumda. Bazı küçük yerleşim yerlerinde, yaz aylarında suyun daha temkinli kullanılması için zaman zaman su kesintilerine gidiliyor. Uzmanlar özellikle yağışlardan daha fazla su toplanması gerektiğini söylüyor. Bu amaçla ülkede 2027’ye kadar 30 adet yeni su tankı inşa edilecek ve böylece ülkenin su depolama kapasitesi iki katına çıkacak. Bu proje için 14 milyar Zloti (20 milyar Lira) harcanacak.
Britanya’da devlete sürdürülebilir sistemler konusunda danışmanlık yapan ve aynı zamanda Britanyalı Mimarlar Kraliyet Enstitüsü adlı sürdürülebilirlik grubunun yöneticiliğini üstlenen Simon Sturgis, cam kalı gökdelenlerin küresel ısınmaya çok fazla katkı yaptığını belirtti. Bu binaların aslında birer sera gibi çalıştığını ve içeride sürekli sıcak hava biriktirdiğini belirten Sturgis, artan sıcaklıklarla birlikte bu binaları soğutmanın daha zor hale geldiğini ve bu yüzden havalandırma sistemleri için daha fazla enerji harcandığını söyledi. Bu tarz binaların inşasının önüne geçilmesi gerektiğini belirten Sturgis, açılabilir camları olan ve doğal yöntemlerle serinletilebilen binalara yönelinmesi gerektiğini ifade ediyor. New York’ta da geçtiğimiz Nisan ayında cam gökdelenlerin yasaklanacağı açıklanmış, daha sonra bu kararın binalarda aşırı cam ve çelik kullanımının yasaklanması şeklinde uygulanacağı ifade edilmişti.
Loughborough Üniversitesinde iklim bilimci olarak çalışan Dr. Tom Matthews aşırı küresel sıcaklıkların insan vücudunu termal sınırlara doğru ittiğini ifade etti. Matthews’a göre 21. yüzyılın sonunda Dünya üzerindeki en yoğun nüfuslu yerlerden bazıları da dahil olmak üzere kimi bölgelerde, nemin buharlaşabilme yetisini gösteren ıslak sıcaklık 35 derecelik kritik eşiği geçecek. Bu da insanların terleyerek ısı atmasını engelleyecek. Dr. Matthews’a göre yapılabilecek en mantıklı hamle, Paris İklim Değişikliği Anlaşması’yla belirlenen sınırların altında kalmak adına sera gazı salınımını kesmek.
Özete çok olumsuz haberlerle başlatık ama dünyada iyi şeyler olmuyor değil. Küresel ısınmaya ve sera gazı salınımlarına en çok katkı sağlayan ülkelerden biri olan Çin, iklim değişikliği ile mücadele çerçevesinde koyduğu hedeflere, planlanandan 9 yıl daha erken ulaşabilir. Bugün dünyadaki karbon salınımının dörtte birinden sorumlu olan ülkenin 2021-2025 arasında tarihin en yüksek salınım miktarına ulaşması bekleniyor. 13-16 gigaton civarında zirve yapacak karbon salınımının bu noktadan sonra düşüşe geçmesi bekleniyor. Paris anlaşmasına göre zirve noktası için 2030 öngörülmüştü. Yani Çin hedeflere 5 ila 9 yıl daha erken ulaşıp çevre kirliliğini azaltmaya başlayabilir. Çin’in karbon salınımının azalması, tüm dünyada küresel ısınmanın etkilerinin azalması için kritik.
Avustralya’daki Victoria eyaleti, yenilenebilir enerji hedefini 2025’e kadar yüzde 40, 2030’a kadar yüzde 50 artırmak olarak belirledi. Yakın zamanda eyaletin başkenti Melbourne’de bu hedef için önemli bir adım atıldı. Artık şehirdeki tramvay ağının tamamı güneş enerjisiyle işletiliyor. Resmi açılışı geçen hafta yapılan Neoen Numurkah Güneş Enerjisi Santrali’nin azaltacağı karbon salınımı, 750 bin arabayı yollardan kaldırmakla ya da 390 bin civarında ağaç dikmekle eşdeğer.
İngiltere’de tüm kilise ve devlet okullarında çocuklara günlük toplu ibadet imkanı sunulması gerekiyor. Hristiyan çocuklar genellikle öğretmenlerinin gözetiminde bu ibadetlere dahil oluyor. Ancak ateist bir aile, çocuklarının bu ibadet saatlerine katılmasını istemediğinde okul çocukların eline bir tablet verip başlarına da bir öğretmen koyarak oyalanmalarını sağladı. Lee ve Lizanne Harris çifti bu uygulamadan rahatsız. Çocuklarının da arkadaşlarının ibadet ettiği saatte eşit kalitede ama dini olmayan bir eğitim alması gerektiğini savunan aile bu konuyu mahkemeye taşıdı. Aile aynı zamanda çocuklarının, dini olayların yeniden canlandırıldığı müsamerelerde rol almasını istemiyor ancak buna alternatif olarak benzer bir etkinlik sunulmasını istiyor. İngiltere’de türünün ilk örneği olan bu mahkemeden çıkacak sonuç ülkedeki ilkokul eğitimini ve genel olarak ateist ailelerin çocuklarına yaklaşımı değiştirebilir.
2017 yılında tüm Avrupa’yı saran ve radyoaktif Rutenyum-106 elementi içeren sızıntının Rusya’dan çıktığı belirlendi. Araştırmacılar Avrupa genelindeki farklı noktalarda yapılan ölçümlerden yola çıkarak sızıntının nasıl yayıldığını tespit etti. Romanya’daki tüm tesislerde radyasyon seviyelerinin benzer çıkması sebebiyle sızıntının bu ülkeden olmadığını belirleyen uzmanlar sızıntının hareketlerini takip ederek, radyasyon kaynağının Rusya’daki Ural dağları ile Volga nehri arasında bir bölgede olduğunu tespit etti. Burada Rusya’nın Mayak nükleer tesisi bulunuyor. Araştırmacılar sızıntıda diğer maddelerin bulunmamasının ve sadece yoğun miktarda Rutenyum-106 elementi bulunmasının garip olduğunu düşünmüştü. Bunun sebebi de İtalya’nın, çeşitli deneyler için Rusya’dan Seryum-144 maddesi sipariş etmesi olarak açıklandı. Tesiste Rusya, İtalya’nın siparişini hazırlarken sızıntı yaşandığı sanılıyor. Rusya sızıntının kendi tesislerinden çıktığı iddiasını reddetmiş ve radyasyon kaynağının atmosfere giriş yapan bir uydu olabileceğini söylemişti. Ancak hiçbir uzay ajansı böyle bir bildirimde bulunmadı ve radyasyonun yayılma şekli bir uydudan geliyor gibi değildi.
Özet Başlıkları
- Türkiye ve dünyadan güncel gelişmeler.
- Bilim, teknoloji, yazılım, donanım.
- Dijital girişimler, yatırımlar, web siteleri.
- Dikkat çeken tasarımlar, inovatif ürün ve hizmetler.
- Sinema, TV, kültür/sanat gelişmeleri.
Yorumunuz: