Küreselleşme, her ne kadar ürünlerin serbest dolaşımı, sunulan servisler, insanlar ve fikirler gibi pek çok konuda beklenmedik kazanımlar getirmiş olsa da ekonomik, politik ve kültürel alanda pek çok değerin kaybolmasına neden oldu. Bu durum hem batıda hem de gelişmekte olan pazarlarda, kutuplaşmış politik tartışmaların çıkmasında etkili oldu. Halkçı, milliyetçi ve hatta zaman zaman aşırılık yanlısı gündemlerin oluşmasına da katkıda bulundu. Politikacılar ise vatandaşların iş, eşitsizlik ve küreselleşme kaynaklı kaygılarına çözüm bulmak ve refaha ulaşmak için yeni yan yollar aramaya devam ediyor.
Şimdi yeni yan yolları ve bu yolların detaylarıyla ilgili daha çok şey biliyoruz. Bundan tam olarak 10 yıl önce, finansal kriz dünyanın her yerinde manşetlerdeydi. Krizi takiben kurumlara ve seçkin sınıfa güven azaldı. Aynı zamanda, bazı ekonomiler kendini toplarken neden bazılarının sarsıldığıyla ilgili dersler de çıkarıldı. Kısa bir süre önce, Dördüncü Sanayi Devrimi ile birlikte hem yeni fırsatlar ortaya çıktı hem de bu yeni teknolojileri, toplumsal anlamda feraha ulaşabilmek için ekonomik süreçlerle en hızlı ve en iyi nasıl bütünleştirebileceğimize dair yepyeni sorular sorulmaya başlandı. Ek olarak, son yıllarda işçilerin kazançlarının düşmesi ve gelişmiş ekonomilerde spesifik uzmanlıklar gerektiren yeni işlerin ortaya çıkması, daha etkili eğitim sistemlerine ve iş piyasası politikalarına ihtiyacı artırdı. Asya’da milyonlarca insanın yoksulluktan kurtulmasını sağlayan üretim odaklı gelişme modelinin uygulanabilir olmadığı açıkça ortaya çıktı. Gelecekte eğitim, sağlık, yeşil enerji gibi sektörlerde büyümenin yanı sıra sanayi politikalarında dijital çağa uygun yeni yaklaşımlar oluşması bekleniyor. Teknolojilere odaklı ve teknik vasıflar gerektiren mesleklere talep olması da söz konusu olacak.
Dünya Ekonomik Forumu tarafından paylaşılan Küresel Rekabet Endeksi 4.0 Raporu önemli bir ekonomik pusula niteliği taşıyor.
Küresel Rekabet Endeksi 4.0 (KRE 4.0) kurumlar, alt yapı, bilgi ve iletişim teknolojileri adaptasyonu, makroekonomik düzeyde istikrar, sağlık, yetenekler, ürün piyasası, iş gücü piyasası, finansal sistem, piyasa büyüklüğü, firma hareketliliği ve yenilik yapma kabiliyeti şeklinde 12 adımdan oluşuyor. Ayrıca, 0-100 arası süreç puanlama sistemi tanıtılıyor. En yüksek seviye olan 100 puan, her adımdaki hedefin ve genel olarak toplam hedefin ne kadarına ulaşıldığını gösteriyor. Bu yaklaşım ülkeler arası rekabette kimsenin tamamen kazanıp kaybetmeyeceğinin, bir şekilde tüm ülkeler için elde edilebilir olduğunun üstünde duruyor.
Rekabet edebilirlik sürecinde tüm ülkeleri sıfır noktasına aldığımızda, tüm ekonomiler için 10 çıkış yolu var:
1- Rekabet edebilirlik bir lüks değil
Aslına bakılırsa, gelecekte daha hızlı büyümek ve krizlere karşı daha dayanıklı olmak isteyen tüm ekonomiler, mevcut gelir düzeyi ve güçlü olunan alanlar dikkate alınmaksızın verimlilik odaklı hareket etmelidir. Her ne kadar rekabet edebilirlik ve gelir düzeyi arasında sıkı bir bağ olsa da mevcut gelir düzeyindeki bazı ekonomiler rekabet etme sürecinde çok iyi iş çıkarırken, bazıları oldukça geride kalıyor. Gelir düzeyi nedeniyle süreçte geri kalan ülkeler, rekabet yeteneklerini artırmadıkları sürece mevcut pozisyonu koruma konusunda zorluk yaşıyor. Rekabet edebilirliğin 12 adımından hiçbiri diğerinin yokluğunu karşılayamıyor. Fiziki altyapı zayıfsa, sağlam bir finansal sisteme sahip olmanın pek bir anlamı kalmıyor, tıpkı girişim ve inovasyon ekosistemi yokluğunda bilgi ve iletişim teknolojileri adaptasyonunun tek başına iş yapamayacağı gibi. Ülkeler, bahsedilen 12 adımın tamamını takip etmeli fakat ucuz yatırım ve teknolojilerden faydalanarak yapılan çalışmaların sırasını dengelemede kendilerine özel bir strateji oluşturmalıdır.
2- İnsana yatırım sosyal ve ekonomik fayda için önemlidir
Sosyal anlamda kalkındırma ve ülkenin rekabet edebilirliği arasında değiş-tokuş yapma imkanı yoktur. Aslında, bir nüfusun sağlığı, eğitimi ve yetkinlikleri, özellikle ekonomik ve teknolojik dönüşüm anlamında verimliliğin temel itici güçleri arasındadır. Çalışanlar, sürecin dışında kalmak yerine, doğru beceriler ile teknolojik değişimin yönlendiricileri ve yönetenleri olabilirler. Dördüncü Sanayi Devrimi’nde insana yatırım, iş bittikten sonra düşünülmesi gereken bir şey değildir. Tam tersi, büyüme ve değişime ayak uydurmak için temel bir yapı taşıdır.
3- Küreselleşme serbest ticaretin ötesine geçti
Ekonomik ortamın diğer oyunculara açık olması, rekabet edebilirlik için temel bir itici güçtür; daha açık ekonomiler daha yenilikçidir ve rekabetçidir. Buna rağmen ‘açıklık’ kelimesinin tanımı için ticaretin ötesindeki kavramlara da bakmalı ve insanların hareket ve fikir alışverişi özgürlüğünü de göz önünde bulundurmalıdır. Sınırlar ötesi iş birliği, dinamik inovasyon ekosistemi için oldukça kritik bir öneme sahip. Bu kapsamda, Singapur, Almanya, Hollanda, İsveç ve Finlandiya, en ‘açık’ bazı ülkeler olarak sıralanabilirken, Brezilya ve Hindistan nispeten daha ‘kapalı’ olarak tanımlanıyor.
4- Açık ekonomiler sosyal koruma süreçlerini de sahiplenmeli
‘Açıklık’ ülkeler arasında çift taraflı fayda sağlasa da (win-win), ülke içinde zaman zaman taraflardan biri kazanırken diğerinin kaybetmesine neden olabilir. Bu, şu anlama geliyor: Oldukça uzun süreli refahlık için hükümet düzeyinde ‘açıklık’ politikası takip edilse de küreselleşme nedeniyle kayıp yaşayan vatandaşlar desteklenmeli. Küreselleşmeyi tersten okuyarak eşitsizliğe işaret etmeye çalışmak ise zararlı olabilir. Belirli bazı işleri ve bu işlerden hareketle bazı ürünleri korumak yerine yeni dağıtım politikaları, güvenlik ağları; insan gücüne yatırım, ileri düzeyde vergi sistemi ve yeni ekonomik fırsatlar aracılığıyla küreselleşmeden etkilenmiş şartları geliştirmeye odaklı politikalar üretilmelidir.
5- İnovasyon ekosistemi oluşturmak
İnovasyon, bütün gelişmiş ekonomiler için zorunluluk ve sayıları her gün artan gelişmekte olan ülkeler için bir öncelik haline geldi. Yapılan araştırmalara göre, 140 ülkenin 77’sinde, Almanya, Amerika ve İsviçre gibi inovasyon gücü olanları dışarıda bırakarak, inovasyon hala işin en zayıf kısmı. Bilimsel yayınlar, patent başvuruları, Ar-Ge’ye ayrılan bütçeler ve araştırma enstitüleri, inovasyon kapasitesini geliştirmenin yolları fakat sadece bunları bilmek yeterli değil. Herhangi bir ürünün ‘iyi bir fikir’ aşamasından ticarileşmeye doğru gitmesinde bir yığın ‘manevi’ unsur, eşit derecede önemlidir. Bu manevi unsurlar; şirketlerin yıkıcı derecede yenilikçi fikirleri kucaklayabilmesi (Amerikan şirketlerinin başı çektiği konu), girişimciliğin getirdiği risklere karşı tutum (İsrail şirketlerinin başı çektiği konu), iş gücü çeşitliliği (Kanadalı şirketlerin başı çektiği konu) ve yatay hiyerarşik yapılanma (Danimarkalı, İsveçli ve diğer kuzey ülkelerindeki şirketlerin başı çektiği konu) şeklinde sıralanabilir.
6- Teknoloji, ilgili unsurlarla uyumlu olduğunda ekonomik yükseliş için mükemmel bir fırsat sunuyor
Teknoloji her şeyi çözecek sihirli bir değnek değil fakat büyüme ve refah için hayati derece önemli bir araçtır, dolayısıyla bunun için ayrılan ödenek ve ödeneğin yönetimi oldukça kritik. Gelişen teknolojilerin ekonomik sıçramaya etkisi iddia edildiği düzeyde olmadı. Dünya üzerinde kullanımda 4,5 milyar akıllı telefon var ve insan nüfusunun yarısından fazlası hiç çevrimiçi olmadı. Ekonomilerde, nüfusun büyük bir kısmının bilgi ve iletişim teknolojilerine ulaşması hayati derecede önemli. Aynı zamanda, tüm problemlerin çözümünde sadece teknolojiye güvenmek yanlış olur. Enstitüler, altyapı ve becerilere dayalı ‘eski’ kalkınma yöntemleri çoğu az rekabetçi ekonomilerde büyümenin yavaş olmasının temel nedeni olmaya devam ediyor. Düşük gelirli ekonomilerde, kalkınmayı sağlayacak teknoloji tabanlı bir yükseliş isteniyorsa, bu sorunlar gözardı edilmemelidir.
7- Kurumlar hala önemli
Zayıf kurumlar -güvenlik, mülkiyet hakları, sosyal sermaye, güçler ayrılığı, şeffaflık ve etik, kamu sektörü uygulamaları ve ticari yönetim konularını kapsayacak şekilde tanımlanabilir- pek çok ülkede en zayıf halka olarak rekabet edebilirliğe, gelişim ve refah düzeyine zarar vermeye devam ediyor. Araştırmalara göre 140 ekonominin 117’sinde kurumların performansı, ülkenin genel rekabet edebilirlik puanını aşağı çekiyor. Hükümetler, verimliliği etkilemesi nedeniyle, kurumsal çevrenin geleneksel ve güncel yönlerine biraz daha dikkatli yaklaşmalılar. Örneğin Avusturya ve Yeni Zelanda’da sosyal sermaye -bireysel ve sosyal ilişkilerin kalitesini, toplumsal kuralların dayanıklılığını ve toplumdaki sivil katılım düzeyini ele alan kavram- en yüksek puana sahipken, basın özgürlüğü konusunda Norveç, fikri hakların korunması konusunda ise Finlandiya en gelişmiş ülkeler konumunda.
8- Kurumlar kadar altyapı ve finansal sistem de önemli
Taşımacılık (kara, tren, deniz ve hava yolları) ve taşımacılıkta kullanılan araçların altyapısının kalitesi ve erişim mesafesi, ulaştırma ve nakliye ücretlerini düşürür; ürünlerin ve insanların taşınmasında hareket kolaylığı sağlar. Pek çok ekonomide taşımacılık altyapısının temel unsurları hala tamamlanmamıştır ve bu ülkenin rekabet edebilirliğini kötü yönde etkiler.
Finansal sistemler, bazı ekonomilerde göreceli olarak en zayıf noktadır. Finlandiya, Hong Kong, İsviçre, Lüksemburg ve Norveç en istikrarlı finansal piyasalara sahipken (Hepsi 95 üzeri puan aldı) Hindistan, Çin, Rusya ve İtalya (84 ya da daha altında puanlar alan ülkeler) daha zayıf finansal piyasaların olduğu G20 ekonomileri olarak göze çarpıyor.
9- Daimi değişim çağında, daimi uyum becerisine de ihtiyaç var
Dördüncü Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan değişim ve değer kayıplarının ortasında tüm paydaşların (bireyler, hükümetler ve şirketler) uyum ve dönüşüm becerisi, başarılı ekonomilerin temel özelliği olacak. Özellikle hükümetler için ‘yeni teknolojilere uyum’ yasal çerçevelerin dijital iş modellerine uyarlanması, iş yapmak için istikrarlı bir ortamın sağlanması, değişim süreçlerine etkin bir şekilde ayak uydurulması ve uzun vadeli bir vizyona sahip olma gibi unsurları içeriyor. Sıralamada Lüksemburg ve Amerika’nın takip ettiği Singapur, geleceğe en hazır ülke. Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer dört Körfez ülkesi ile Malezya’yı ilk onda görüyoruz. Diğer taraftan Brezilya, Yunanistan ve Venezuela hükümetleri geleceğe hazır olma konusunda listenin sonlarında yer alıyor.
10- Eşitlik, sürdürülebilirlik ve büyümeyi bir arada gerçekleştirmek mümkün fakat proaktif ve öngörülü liderliğe ihtiyaç var
Tüm insanlık için daha yüksek yaşam standartlarının oluşmasını destekleyen, doğaya saygılı ve gelecek nesilleri de düşünen bütüncül bir ekonomik modele olan ihtiyaç konusunda dünya çapında bir fikir birliği var. Eşitlik ve büyüme arasında doğal bir ilişki yokken, Küresel Rekabet Endeksi 4.0 raporunun ölçtüğü performansla çevresel önlemler arasındaki ilişki net değil. En rekabetçi ekonomiler en büyük ekolojik ayak izlerine sahip fakat bu konuda en etkili çalışmaları yapanlar da onlar. (GSYİH başına düşen ayak izi oranı bu ülkelerde en düşük seviyededir.)
Bu nedenle liderlere, uzun vadeli öncelikleri belirleme ve eşitlik, sürdürülebilirlik ve büyüme süreçleri arasında verimli bir döngü oluşturmak için proaktif çabalar konusunda oldukça önemli görevler düşüyor.
Yorumunuz: