La La Land’in sihri bir kamera lensinde gizli

14 dalda Oscar'a aday gösterilen müzikal La La Land, Yönetmen Damien Chazelle'in hayalini perdeye yansıtmak için geliştirdiği özel tekniklerin sanatsal bir bütünü.

Yönetmen Damien Chazelle‘in peri masalı La La Land geride bıraktığımız yılın mutlak galibi oldu. Akademi Ödülleri’ne tamı tamına 14 adaylıkla çıkartma yapacak olan film şimdiden bu alandaki rekoru egale etti bile. Henüz 32 yaşında olduğunu düşünürsek Chazelle’in hikayesi de en az filmin ana karakterleri  Mia (Emma Stone) ve Sebastian’ınki (Ryan Gosling) kadar göz kamaştırıcı. Peki cazın altın çocuğu, kariyerinde henüz sadece üç filme imza atmışken bu teknik kusursuzluğu nasıl elde etti?

Sosyal sinema ağı TINQ, sizlere (Oz Büyücüsü‘ndeki Dorothy’nin perdeyi aralaması misali) sihrin arkasındaki tekniği açıklamaya geldi.

Eğer şu ana dek La La Land’i izlemediyseniz, film başladığı anda büyük bir şaşkınlık yaşama ihtimaliniz yüksek. Uzun bir süredir internetin her köşesinde karşınıza çıkan görseller sizi bir miktar yanıltmış olabilir. Çünkü La La Land Broadway müzikallerinin altında çağında geçmiyor. Sizi Debbie Reynolds ve Gene Kelly’nin ihtişamına götürse de hikayemiz günümüz Los Angeles’a ait. Whiplash ile hayatımıza giren Damien Chazelle, sinemaya üflediği sihri hard bop notalarından alan bir ‘caz  sinemacısı’. Bu sebeple size bu izlenimi kolaylıkla verebiliyor.

Elbette ki kulağınıza fısıldadıklarıyla aklınızı 50’lere götürebilse de gözlerinizi kandırabilmek için daha fazlasına ihtiyacı olduğunun farkındaydı. Lakin bu yanılsama için ihtiyaç duyulan enstrüman, yeryüzünde mevcut değildi. En azından La La Land’e dek.


La La Land’in ardında muazzam bir görüntü yönetmenliği mevcut. Ortaya konulan iş Linus Sandgren’e şahsi Oscar Adaylığını da getirdi. American Hustle ve Joy ile yıldızı parlayan Sandgren için filmin gizli kahramanı desek abartmış olmayız. Sizlere sunacağımız hikaye de Sandgren ve Chazelle’in aradıkları ekipmana ulaşma maceraları hakkında.

Kameranın bir karakter gibi olmasını istedik. Hareket eden, Mia ve Sebastian’la beraber macerayı deneyimleyen bir tür anlatıcı. Başka türlü izleyiciye her şeye kendi gözleriyle tanık oldukları hissini veremezdik” (Linus Sandgren)

Dijital kameralar ihtimal dışı

Sektörün büyük bir çoğunluğu, 2000’lerin ortasından itibaren dijital kameralara geçiş yapmıştı. Lakin büyük isimlerin arasında geleneksel 35 mm formatını ısrarla savunan bir kitle de mevcut.

Sandgren bu durumun bir tür gelenekselcilik veyahut nostalji olmadığını belirtiyor. Günümüzde geçecek lakin 50’lerin ambiyansını sunacak bir yapımın aradığı renk tonları dijital kameraların algı pergeli dahilinde bulunmuyor. Gökyüzünde başta pembe olmak üzere alışılmadık tonları öne çıkaracak bir renk paleti kullanmak Damien Chazelle ve Linus Sandgren’in ısrarla istediği bir husustu. Sandgren’in tavsiyesiyle doğal ışık kaynakları da da mavi / yeşil filtrelerden geçirildi. Los Angeles’a yapılan etki film teknikleriyle değil; ancak bir zaman makinesiyle yaratılabilirdi.


Ortaya çıkan manzara birçok sinemacıya kalp krizi geçirtebilecek bir karışıklık yaratıyordu. Bu durum ikilinin gözü korkutmak bir kenara dursun çocuklar gibi heyecanlanmasına sebep oldu. Halihazırda ‘mümkün’ görünen bir hayal zaten 14 Oscar adaylığına layık olamazdı, değil mi?

İstenilenin ortaya koyulması neredeyse imkansız görünüyordu. Çünkü söz konusu görsellik saatlerce süren uğraş sonucunda yakalansa da objektifin durduğu açıyla sabitlenmesi gerekiyordu. Lakin bu durum Chazelle’in sinema anlayışına taban tabana zıttı. Dahası, ‘kamerayı bir karakter gibi kullanma’ vurgusunun lafta kalmaması adına bırakın sabit objektifi, neredeyse Gonzo stili diyebileceğimiz hareketliliğe ihtiyaç vardı. İşte burada, Linus Sandgren sihrini konuşturdu.

Proje için yaratılmış bir lens

İçinde bulundukları açmazı çözebilmek adına piyasada mevcut olan hiçbir lens tatmin edici bir çözüm sunmuyordu. Hem uzağı hem de yakını alabilecek, neredeyse bütün filmi tek kamerayla çekebilmelerini sağlayacak bir teknolojiye ihtiyaçları vardı. Bu sebeple Linus Sandgren Panavision şirketinin optik mühendislikten sorumlu Başkan Yardımcısı Dan Sasaki’nin kapısını çaldı. Kendilerinden oldukça emin bir şekilde, ‘yılın; belki de 10 yılın’ filmini çekmek adına bir lense ihtiyaç duyduklarını anlattılar.

Dan Sasaki’ye verilen tanım şöyleydi: “Bize 40 mm’nin derinliği ve genişliği gerekiyor fakat öyle bir lensle yakın çekime giremeyiz. Bu sebeple bize 16 mm’lik bir lensin odağına sahip anamorfik bir objektif yaratman gerekiyor”. Söz konusu meydan okumalara geldiğinde Dan Sasaki’nin Chazelle ve Sandgren’den geriye kalır hiçbir yanı yoktu. Neredeyse aylar süren çalışmalar sonucunda ikiliyi tatmin edecek lens yaratıldı. Böylelikle istenilen bütün renkleri alabilen, kamerayı ‘bir karakter gibi’ hareketli kullanıma uygun kılan 40 mm’lik anamorfik lens ortaya çıktı.


Söz konusu lens için La La Land’in zirveye olan yolculuğuyla beraber birçok sipariş geldi bile. İşin en ilginç yanı ise şu anlık terminolojideki ismi de başarılı yapımla birlikte anılıyor. Chazzelle ve Sandgren’in 14 Oscar Adaylığı getiren mükemmelliyetçiliği yalnızca ödül raflarını doldurmadı. Sinemacıların envanterine de yepyeni bir oyuncak katmış oldu.

Damien Chazelle, başta şahsi favorisi olan 1954 yapımı A Star Is Born olmak üzere yarım asrı devirmiş müzikallerin ruhunu bu lensle yakaladı.

[alert type=white ]Bu yazı Dünya Halleri içerik ortağı TINQ tarafından yazılmıştır.[/alert]

Yorum Ekle

Yorum yazmak için tıklayın

Yorumunuz:

e-Bülten Aboneliği